YAVUZ KAYA                                                              ykaya@yanki.com.trYAVUZ KAYA ykaya@yanki.com.tr


SİYASET KÜLTÜRÜ


Siyaset, dünyada her zaman bir güç yarışı olmuştur.
Hedefi, seçmenin mutluluğunu sağlamak, yönetim erkini elde tutmak ve devleti yönetmektir.
Bizim siyasetimizin en büyük ihtiyacı  uzlaşma kültürüdür. Bir başka deyişle kalitemizin artması, uzlaşma kültürümüzle doğru orantılıdır.
Neticede siyaset, dünyanın en kapsamlı, en zor ve en kaygan zeminli işidir.
Demokrasinin varlık sebebi olan muhalefetin ise, 1950’den bu yana iktidar ile süregelen kavgaları aklımızı ziyan eden tarafıdır.
1950’den günümüze incelediğimizde kavgaların hiç bitmediğini görmekteyiz. Siyasette kullanılan dil ve üslubu çirkinleştirmenin kimseye faydasının olmadığı ve toplum yapımıza ne kadar zarar verdiği ortadadır. Hatta ülkemizdeki siyaset kültürü, bizleri bazen istemeden de olsa inancımızın hiç kabul etmediği bir potanın içerisine atabilmektedir. Siyaseten bazen itham, hakaret, bazen de iftiraya varabilen kavgalar…
İnanç dünyamıza baktığımızda bunların önemli bir bölümünün, bizi ‘gıybet’e götürdüğünü görmekteyiz. Gıybet; Kur’an-ı Kerim’de (Hucurat/12) ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. “Allah’tan korkun ve sorumluluğunuzun bilincinde olun” demektedir.
Oysa, bizim liderlerimiz bir şekilde hep kavga ettiler, birbirlerini çekiştirdiler. Bağırıp çağırdılar. Hatta mahkemelik oldular.
1950’lerin İnönü-Menderes kavgaları.1960’lar İnönü-Demirel. 1970’lerde Demirel-Ecevit.  1980’lerde Özal’la Demirel. 1990’ların Çiller’le Yılmaz. 2000’li yıllarda Ecevit-Sezer kavgalarını izledik…
Efendim; çok uzun zaman geçmesine rağmen, vicdanları hala sızlatan siyasi bir  kavga düşünün ki, darağacında bitsin 1950’li yıllardaki çabaları sayesinde Kıbrıs üzerindeki ‘Garantörlük’ hükmünü getirip, Kıbrıs’ın kurtulmasını ve yavru vatan olmasını sağlayan ve halkımızın oldukça teveccüh gösterdiği Başbakan Adnan Menderes’i, emrindeki Silahlı Kuvvetler’e  darp ettiren ve bir bebek davasıyla dünyaya rezil eden, yanında Dışişleri Bakanı ve Maliye Bakanı ile beraber, cellatla tanıştıran kahpe siyaset…
1970’lerde,Ecevit ve Demirel yüz yüze bakamayacak kavgalara daldılar, binlerce genç birbirini öldürüp kurtarılmış bölgeler ilan edilirken, orak-çekiçli bayrakların altına yazılan “Bağımsız Türkiye” sloganlarıyla ülke uçuruma doğru sürüklenirken, mecliste kavgayı bırakıp, Cumhurbaşkanı bile seçemediler. 12 Eylül davetiyelerini bizzat  hazırladılar.
Eminim orta yaşın üstünde olanlar bu kavgalara tanık olmuşlardır. Yıl 1975 Başbakan Demirel, başbakanlık binasında yumruklanıyor  Yıl 1978. Muhalefetteki Demirel dönemin Başbakan’ı Ecevit için diyor ki; "Hükümetin başı bölücülük yaptı. Bölücü maceracılara cesaret ve gerekçe verdi, Ecevit’e oy vermeyin, verince de bana gelmeyin."
Başbakan Bülent Ecevit cevap veriyor; "Kanlı elleri ve faşist militanları ile hükümetimizi  yıkmaya çalışıyorlar."
Yıl 1979. İki lider Ankara Maltepe Camiinde bir cenaze namazında yan yana saf tutuyor. Gazeteciler herkesin önünde tokalaşmalarını istiyor. Zira bu tür ortamlar, düşmanlığı anlayışa, önyargıyı hoşgörüye çevirmek için insani bir fırsattır. Ancak Ecevit ve Demirel, ne selamlaşıyorlar ne de tokalaşıyorlar.
Yarım yüzyıla damgasını vuran bu liderlerden birisi olarak Demirel'in, 'demokrasiyi kurtarmak için gereken işbirliğini yapsaydık, darbeler olmaz, gençler ölmez, Türkiye’de  fakir düşmezdi'  özeleştirisini bu güne kadar boşuna bekledik.
90’lı yıllarda, Demirel’i Cumhurbaşkanı, Ecevit’i Başbakan olarak görüyoruz. Dostlukları inanılmazdır
Ecevit’in, Demirel’i  2. defa, Cumhurbaşkanı yaptırmak için çalışırken ve "Allah seni başımızdan eksik etmesin" derken görmekteyiz. Her iki liderin geçmişlerindeki kavgaları ve siyasi üsluplarının ülkemize verdiği zarar ise açıkça ortadadır.
Sonra siyaset sahnesinde Özal ve Demirel karşılaşırlar. Onlar iki dost ve çalışma arkadaşıdır. Ancak; Demirel, yine ihtiraslarına gem vuramayıp, Özal için; "O benim memurum ben onu azlettim, siz de azledin, oy vermeyin" diyor, Özal Cumhurbaşkanı olunca ise; "Ben Çankaya’ya çıkmam, Çankaya aşağı iner. Özal’dan görev almam. Ben Çankaya’nın memuru değilim" diyebilmiştir.
Özal ise bir ilke imza atmış ve kendisini ‘gaflet, dalalet içinde bulunmakla’ suçlayan Demirel’den 10 milyon lira manevi tazminat alarak bir başbakanı tazminata mahkum ettiren ilk cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmiştir.
Geriye dönüp baktığımızda,  ülkemiz bu anlayış ve ihtiraslardan çok çekmiştir. Hatta, liderler ülkeye hizmet yolunda pozitif olmak yerine; seçimlerde emanet oy istemeye ve hatta "kim ne veriyorsa benden beş bin lira fazlası" diyen vaatlere kadar gidebilmişlerdir. Bu zihniyetin, krizlere davetiye olduğunu öğrendiğimizde ise, maalesef iş işten geçmiştir.
Devamında ise Mesut Yılmaz-Tansu Çiller kavgaları hafızalarda yerini korumaktadır. Toplum nezdinde güven kaybeden iki lider, hizmet yarışı yerine, birbirlerini bitirme savaşına başlamıştır. "Şerefsiz onbaşı" teşbihi ise Çiller’in tazminata mal olan sözleri olarak akıllarda kalmıştır. 1996’da ise Mesut Yılmaz’ın Budapeşte Hilton Oteli’nde yumruklandığını görüyoruz.
Peki, Cumhurbaşkanı Sezer’in, MGK’da Başbakan Ecevit’e Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla, hep beraber ödediğimiz bedele ne diyeceğiz?
2005 Kurultayında, kendisini yolsuzlukla suçlayan Deniz Baykal’a, Sarıgül’ün yumruklarını sıkarak tribünden horozlanması unutulmamıştır. Bir anekdot da, Bursa’da konuşan, "Allahsız" sözüyle Cem Uzan’a aittir.
Neticede ülkeye hizmet etme sanatı olan siyaset, zaman zaman kötü dil ve çirkin üslup ile kirletilmiştir.
Dil ve üslubu çirkinleştirmenin kimseye faydasının olmadığı ve hatta toplum yapımıza zarar verdiği ortadadır.
Yakın tarihimize bir göz atacak olursak, fazla bir şeyin değişmediğini ve üslubun hepimizi üzdüğünü görmekteyiz.
Hakaret ve iftiralar sebebiyle fezlekelerin sayısı oldukça yüksektir.
Birisi çıkıyor siyaset kültürümüze “hain, angus, çapsız, ulan, kutup ayısı, dikizleme” gibi bir kelimeleri kazandırıyor.
Diğeri “bahtsız bedevi”, “şeyini şey ettiğimin şeyi” diyor.
Bir diğeri Genel Kurmay Başkanı’na “Onbaşı” diyerek aşağılamaya çalışıyor.
Başka bir lideri ise; iktidar vizyonu ve projesi sunmak yerine, korku dünyaları yaratan, bağıran, azarlayan, bebeklerin bile dinleyince korktuğu, babası yaşındakilere el öptüren mağrurluk içerisinde görmekteyiz.
Dileğimiz odur ki; artık siyaset kültürümüz düzelsin. Liderlerimizi hedef ve projeleri ile analiz edebilecek fırsatlar bulalım.
Tarihe, kavga için mi, yoksa ders almak için mi bakmalıyız? Önce buna karar vermemiz gerekiyor. Ne dersiniz?
Gelecek sayıda buluşuncaya kadar esenlikler diliyorum.

17.07.2014

Parlametre
Serbest Kürsü

Anket

Türkiye'nin Dış Politikasını Olumlu Seyirde Güçlendirecek Ana Unsur Nedir ?
Yankı Dostluk Platformu
  • Facebook'ta Yankı Dergisi
  • Twitter'da Yankı Dergisi
  • Youtube'ta Yankı Dergisi