Cumhuriyet bayramının 85. yıldönümünü kutlad Türk Dış Politikasını yazmak bu ayın ruhuna uygun düşecektir. Bir dergi makalesi için büyük bir konu ama ana hatlarını yazarak okuyucuya genel bir bilgi sunma fırsatımız olacağı için bunu yapmaya çalışacağım.
Türkiye’nin uluslar arası kurucu belgesi olan Lozan Barış Antlaşmasının imzalanmasından (24 Temmuz 1923) yaklaşık üç ay sonra 29 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyeti ilan etmiştir. Cumhuriyet ve Demokrasi bütün medeni ve büyük milletlerin tercih ettiği yönetim şeklidir. İnsan onur ve haysiyetine yakışan da bu iki rejimdir. Cumhuriyet içerisinde demokrasiyle yaşamak halklar için bir şanstır.
Türkiye Cumhuriyetinin dış politika felsefesi Atatürk’ün şu veciz sözüyle ifade edilir " Yurtta Sulh Cihanda Sulh" Atatürk kendi döneminde 1923-1938 yılları arasında bu kuralı uygulamıştır. Bu veciz söz Türk dış politikasının temel prensibi olarak kabul edilse de bizce eksik kalmaktadır, zira Atatürk’ün dış politikayla ilgili daha karakteristik bir cümlesi vardır ki daha çok Atatürk’ü anlatır. " Egemenlik Benim Karakterimdir." Bu iki veciz söz hem Atatürk’ün dış politika anlayışını hem de Türk dış politikasının temellerini daha iyi izah eder. Ayrıca Türk dış politikasının Atatürk döneminden bu tarafa iki temel stratejisi olmuştur. Birincisi Statükocu bir politika, ikincisi ise Batıcılık yani batı bloğu içinde olmak.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türk dış politikasının temel sorunları Lozan da çözülemeyen ve anlaşmaya varılamayan konular olmuştur. Bunlar Yunanistan’la ahali değişimi sorunu, Fransızlarla Hatay sorunu, İngilizlerle Musul, Kerkük sorunu Lozan sonrası Türk dış politikasını meşgul etmiştir. Yunanlılarla ahali değişimi konusunda dengeli bir anlaşmaya varılmıştır. Musul ve Kerkük sorunu Türkiye’nin aleyhine, Hatay sorunu ise Türkiye’nin lehine çözülmüştür.
Türkiye ikinci dünya savaşı başlamadan önce müttefik ülkelerle olan sorunlarını tamamlamış ve ülkenin imarı ve kalkınması için içe dönük çalışmıştır. Türkiye ikinci dünya savaşının Avrupalılar arasında bir sorun olduğunu kendisinin olmayan bu savaşın dışında kalma politikası takip etmekteydi. Türkiye iki savaş arasında savaşın tarafları olan İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya ile iyi ilişkilere sahipti. Türkiye 1939 İngiltere ve Fransa ile üçlü bir ittifak anlaşması imzalayarak tarafını belli etmiştir. Ancak Almanya ile zamanın stratejik ürünü olan Krom ihracı dahil olmak üzere önemli ticari ilişkisi vardı. Türkiye, müttefikleri savaşa girmesi için vaat ettikleri askeri ve ekonomik yardımı yapamayınca savaş dışı kalma politikasını sürdürmüştür. 1946’da Almanya’ya savaş ilan etmişti ama savaş zaten fiilen bitmişti.
Savaş sonrası Rusya Türkiye’den Boğazlar da kendi lehine değişiklik ile ülkenin doğusundan toprak talep etmiştir. Müttefik ülkeler ve ABD önce bu isteğe sessiz kalmış ama Rusların yayılmacı politikaları, komünist coğrafyayı genişletme çabaları rahatsız etmiş ve Türkiye’ye destek vermişlerdir. Atatürk’ün 1938’de ölümünden sonra Devlet Başkanı olan İsmet İnönü 1938-1950 yılları arasında ülkeyi batıya yanaştırmıştır. 1950’de iktidara gelen Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisi batı yanlısı politikayı sürdürmüştür. OECD, Avrupa Konseyi ve NATO üyelikleri Türkiye’yi batıya entegre etmiştir. 1959’da AET üyeliği başvurusu da bu zincirin son halkası olmuştur. Ancak 50 yıldır bu halka tamamlanamamıştır. 1950-60 dönemi ABD ile ilişkiler derinleşmiştir. Türkiye’nin Sovyetlere komşuluğu ABD’nin ve NATO’nun askeri ve dinleme istasyonlarının yapılmasıyla önemli bir ortak haline gelmiştir.
1960-1980 yılları arasında Türkiye hep batılı bir ülke gibi hareket etmiş 1960 ve 1980 darbeleri Avrupalı müttefikleri tarafından iyi karşılanmamış ama soğuk savaşın atmosferi ve ABD’nin telkini ile ilişkileri bozulmadan Demokrasisine geri kavuşmuştur. 1974 Kıbrıs müdahalesi Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur. Kendisini haklı olarak gördüğü bu müdahaleden sonra batının askeri ve ekonomik ambargosu Türkiye’nin batıyı sorgulamasına neden olmuştur.
1953’de Stalin’in ölümünden sonra Sovyet yetkilileri Türkiye’den taleplerini geri çekmiş ve belli ölçülerde yakın komşuluk ilişkileri başlamıştır. 1965’de iktidara gelen Süleyman Demirel batılı ülkelerin yapmak istemediği ağır sanayi yatırımlarını Rusya ya giderek sağlamış ve Türkiye’nin Demir-Çelik ve Rafineri gibi birçok ağır sanayi yatırımını Rusya’ya yaptırmıştır. Bu ilişki Türklerin gözünü açmış ve batıya daha objektif bakmaya başlamışlardır. Ancak Rusya’nın Türkiye’deki komünist gençliği destekleyerek ülkede kargaşa çıkarttırması ve komünist ihtilal peşinde olmaları ve 1979’da Rusların Afganistan işgali Türklerin Ruslara daha mesafeli durmalarına neden olmuştur. 1970’li yıllarda iç kargaşalar ve batıya mesafeli duran Ecevit–Erbakan iktidarları batıyla ilişkiler daha mesafeli olmuştur. İslamcı Erbakan ve üçüncü dünyacı Ecevit daha çok doğu ülkelerine ağırlık vermişlerdir. Türkiye-AB ilişkileri sekteye uğramıştır. 12 Eylül 1980 askeri darbesi batılı müttefikler tarafından hoş karşılanmamış ama ABD yine devreye girerek ilişkilerin kopmasını önlemiştir.
1983 seçimlerinde iktidara gelen Turgut Özal daha çok ABD yanlısı politika takip etmiştir. Zira Avrupalı müttefikler Türk Demokrasisini eleştirerek daha özgürlükçü bir demokrasi ve insan haklarına daha saygılı bir Türkiye talep ederek Türk yöneticilerinin canını sıkmaktaydı, oysaki Amerikalılar Türkiye’nin demokrasisine o kadar titiz davranmıyorlardı. Turgut Özal 14 Nisan 1987’de AB’ye tam üyelik için başvuru yaparak herkesi şaşırtmıştır.1989’da doğu bloğunun yıkılması ile batılı müttefikler Türkiye’yi unuttular. Orta Doğu ve Balkanlardaki krizler, başta ABD olmak üzere batılı dostlar Türkiye’yi tekrar hatırlayarak 1996’da Gümrük Birliğine aldılar ve Aralık 1999 Helsinki Zirvesinde de Türkiye’ye aday ülke statüsünü verdiler. 2001 Afganistan, 2003 Irak savaşı, Kafkaslar ve Kosova krizleri ardından, 2004’de üyelik için müzakereye 2005’de de başlama hakkını verdiler. Türkiye 1990’lı ve 2000’li yıllarda terör ve AB işlerine ağırlık vermiştir. Türkiye müttefikleri ABD ve AB üyesi ülkelerinin başta Almanya ve Fransa olmak üzere birçok müttefik ülkenin Kürt terörist grubu PKK’ya destek vermesinden hayal kırıklığına uğramıştır. Bir yandan AB’nin olumsuz tavrı öte yandan PKK terörüne batılıların verdiği aleni destek Türklerin hem ABD’den hem de batı Avrupa’dan dostluk ve yardım beklentisini ortadan kaldırmıştır.