YAVUZ KAYA                                                              ykaya@yanki.com.trYAVUZ KAYA ykaya@yanki.com.tr


YAŞASIN NOBEL !

   Ülkemizin çok az tanıdığı veya az bildiği bu Nobel nedir ve kimdir önce ona bir bakalım. Alfred Nobel; 1833-1896 yılları arasında yaşamış, İsveçli kimyager, mühendis ve dinamiti icat eden adam.

   Nitrogliserin’i insanlığın yararına olabilecek bir madde düşüncesiyle kullanma yollarını araştırdı. 1863 yılında Stockholm’de az miktarda nitrogliserin yapmaya başladı. Kısa süren çalışmaları, patlama sonucu laboratuarının yıkılmasıyla neticelendi. Çalışmalarını sürdürmek isteyen Alfred Nobel, bundan sonra yeni bir fabrika daha kurdu….

   1864 yılındaki araştırmaları paralelinde dinamit barutunu buldu. Devamında ise; Alfred Nobel, yeni bir çeşit barut üzerinde çalışmalarını sürdürerek Balistit adıyla tanımladığı yeni bir tür patlayıcı tasarladı. 1879’da, Paris civarlarında bir çalışma atölyesi kuran Nobel, burada dumansız barut adını verdiği ve eşit miktarlardan meydana getirdiği nitrogliserinle, nitroselüloz karışımından oluşan, itici barutu buldu.

   Dinamiti icat edene kadar çok fakir biri olan Alfred Nobel, terkedilmiş bir trende yaşıyordu. Dinamiti bulduktan sonra ise çok zengin olan, ancak; insanlığın yararına çok önemli bir buluş peşinde koşarken, icat ettiği bu bilinmeyen şeyin denemelerinde kız kardeşini kaybetti.

   Dinamiti insanlığın yararına icat ederken, hayatının hatasını yaptığını düşündü. İnsanlığın yararına diye icat ettiği dinamitin, insanların ölümüne, cinayetlere ve hatta katliamlara yarayacağını anladığında ise, iş işten geçmişti.

   Alfred Nobel, dinamitlerden, yani savaş sektöründen çok büyük paralar kazandı. Elde ettiği büyük parayı, vasiyeti gereği bu kez barış için, bilimin ve sanatın gelişmesi için harcamaya karar verip bir fon kurdu. Nobel, San Remo’da 1896 yılında öldüğünde, vasiyetinde, mirasının Nobel Ödüllerinin enstitüleştirilmesi yönünde kullanılmasını ve mirasının her yıl insanlığa hizmette bulunanlara ayrılmasını ister.

   Nobel’in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yaratmıştı. Ancak 1900 yılında İsveç hükümetinin Nobel Vakfı’nı kurmasıyla, Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlandı. Daha sonra 1968’de İsveç Bankası Alfred Nobel’in anısına bir ekonomi ödülü vermeyi kararlaştırdı, ödül ilk kez 1969’da verildi. Sentetik bir element olan Nobelium onun anısına bu isim ile anılmıştır.

   Kısacası Nobel ödülü; bulduğu icat sebebiyle vicdani huzursuzluğa düşen bir insanın, kendini affettirme ve üzerine bulaşan tarihi lekeyi silme organizasyonudur. Yani bir nevi ‘manevi aldatmaca’ veya ‘manevi temizlenme’ uygulamasıdır. Mafya babalarının ve şöhretli kaçakçıların zengin olduktan sonra, kendilerini hayır işlerine adadıklarını sıkça gördüğümüz dünyamızda, bu tür uygulamalar normal sayılabilir.

   Gelelim; Fransız Parlamentosunun aleyhimize aldığı ‘sözde Ermeni Katliamı’ ile ilgili karardan bir saat sonra Nobel ödülü kazanan ve 1985-1988 Yılları arasında, ABD Dışişleri Bakanlığı sponsorluğundaki, Lowa Üniversitesi bünyesinde gördüğü ‘Amerika’yı yakından tanıma’ konusundaki iyiliksever kursu başarıyla bitirdikten sonra şansı açılan Pamuk yazarımıza.

   Yankı Dergisi; aralarında Ermeni asıllı araştırmacı yazar Levon Panos Dabağyan’ın da, görüş, tespit, belge ve düşünceleriyle yer aldığı bir Türk dergisidir.

   Sayın Dabağyan’ın bütün araştırmalarının neticesinde ulaştığı son noktada diyor ki; “Ermeni katliamı diye bir olay söz konusu değildir. Bu; iki halkın birbirine düşman edilmesi için Batı tarafından ayarlanmış çirkin bir organizasyondur. Ve hatta Yahudi provokasyonudur”

   Peki, Nobel yollarındaki Pamuk yazarımız bu konuda Batı’ya karşı nasıl mesajlar üreterek hedefe yürümüştür, bazılarını hatırlamaya çalışalım.

   İsviçre’nin Tagesanzeiger gazetesi ile yaptığı röportajda, “Türkler, 1 milyon Ermeni’yi kestiler, 30 bin Kürt’ü öldürdüler, kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor!..” diyerek, Nobel ödülüne adaylığını açıkladı ve birilerine aynı yolda beraber oldukları mesajını yolladı.

   ‘’Kur’an Ayetleri’’ kitabı ile İslâm’a hakaret eden Salman Rüşti’nin de aralarında bulunduğu dostlarına, kendisinin neden Nobel ödülünü alması gerektiği yönünde yazılar yazdırdı. Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği tarafından ‘’Türklüğe Hakaret Ödülü’’ne layık görülen önemli yazarımız, her Türk için çok önemli bir değer olan ‘’şeref’’ kavramını da ayaklar altına almayı nasıl başarmıştı ?

   Frankfurt’ta, Paulskirche isimli bir Katolik kilisesinde düzenlenen bir törende, ‘’Türkiye’den kimsenin gelmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?..” şeklindeki bir soruya verdiği cevapta buyurdular ki; “Bende böyle bir beklenti yoktu.Türkiye’den, Türk Devleti’nden kimsenin katılmaması beni üzmedi, bir anlamda benim için şeref oldu. Herkes durumunu ve yerini biliyor. Ben bu durumumdan memnunum !..”

   Demek ki, Türk Devleti’nden,Türk Vatanı’ndan katılanlar olsaydı ‘’şerefsiz’’ olacaklardı kendileri !..

   Yani kim ‘’şerefsiz” olacaktı? Kutsal saydığımız, Türk Vatanı’ndan, Türk Devleti’nden başka …

   AB yolundaki en önemli kriterlerden birini hep beraber ezberledik, ezberletildik: ‘’Fikir özgürlüğü’’. İstediğiniz gibi vatana, millete, bayrağa, devlete küfretmek, iftira atmak artık serbest. Kimse aksini iddia etmesin. Onların; yani açıkça söyleyelim, yabancı servislerden beslenenlerin, öyle sahipleri var ki !..

   Artık; sahiplerinin büyüklüğü ve önemi (!) sebebiyle Türk düşmanlığı ve iftiraları için Pamuk yazar ve benzerleri hakkında dava açılması söz konusu dahi olmayacaktır.

   84 Yıl önce Mustafa Kemal Paşa; 6 Mart 1922’de TBMM’de yapmış olduğu konuşmada diyor ki; “Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık, Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal bağımsızlık vardır ki, ecnebilerin nasihatleri ile, ecnebilerin planları ile yükselebilsin? Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”

   Türkiye’nin bağımsızlığını, düşünce ve ifade sistemini bir üst kuruluşa, yani Avrupa Birliği’’ne entegre etmek, ne kadar doğrudur? Bu gidişin sonunda ülkesine ve devletine ihanet edenler, tarihine ve milletine iftira atanlar prim yapacak ve devamlı çoğalacaktır.

   Lakin iyi bilinmelidir ki; bu Atatürk vizyonu değildir, bu Türkiye Cumhuriyeti’nin vizyonu değildir. Böyle bağımsızlık olmaz, muasır medeniyet seviyesi olmaz, devletin şerefi olmaz ve böyle korunamaz…

   Ne diyelim, başka türlü anlamak zor oluyor. O halde Yaşasın Nobel ! Gelecek sayıda buluşuncaya kadar esen kalın…



05.11.2006

Parlametre
Serbest Kürsü

Anket

Türkiye'nin Dış Politikasını Olumlu Seyirde Güçlendirecek Ana Unsur Nedir ?
Yankı Dostluk Platformu
  • Facebook'ta Yankı Dergisi
  • Twitter'da Yankı Dergisi
  • Youtube'ta Yankı Dergisi