YAVUZ KAYA                                                              ykaya@yanki.com.trYAVUZ KAYA ykaya@yanki.com.tr


BİR AVRUPA MASALI

Cumhuriyetimizin kurucusu Başkomutan Atatürk’ün dünden yarınlara işaret ettiği bağımsızlık ve istiklal yolunun ne denli doğru olduğunu, vatan sevgisi ve engin öngörüsü ile her zaman uyulması ve uygulanması gereken temel ilkelerin hiçbir zaman değişmeyeceği gerçeğini, bütün açıklığı ile her gün yaşamaktayız.

Atatürk, hayatı boyunca, batı ülkeleri ile hiç bir ittifaka girmemiş, tersine batıya karşı Sadabat ve Balkan Paktları gibi ittifaklar oluşturmuştu. Atatürk, güçlü ve zengin batı ülkelerini dışlamamıştı. Ancak onlarla olan münasebetlerindeki prensibi şu idi; Türk Milleti, bütün medeni milletler ile münasebetlerini sürdürecek; ancak milli benliğini, milli kültürünü, Türklere has yüksek seciyesini, Türk olma özelliğini hiç bir zaman kaybetmeyecektir. Onların arasında daima müstakil, ayrı bir varlık olarak, haysiyet ve şeref sahibi olarak yer alacaktır. Asla, kapı kenarında sığıntı ve uşak olmayacaktır.

Atatürk, hiç bir yabancının bizim istiklalimize yardımcı olmayacağını; onların yardımı, desteği, nasihatleri, projeleri ile istiklalimizin yükselemeyeceğini çok açık olarak ifade etmiş ve 6 Mart 1922’de; “Hangi istiklal vardır ki; yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir” diyerek, bugünlere ve aklımızı, istikbalimizi emanet verdiğimiz ‘AB’ hayallerimize ışık tutmuştur.

Ayrıca devletin iç ve dış münasebetlerine, resmi işlerine en “dost” ve “müttefik” görünenlerin dahi müdahalesini kesinlikle yasaklamıştır:

Atatürk, dünyanın “süper” addedilen devletlerine bile meydan okumaktadır. “Devlet işlerine, istediğimi yargılayıp istediğimi asmama, hapishanede hangi kuralları uygulayacağıma, kimden nasıl vergi alacağıma ve ülkenin geleceği için hangi sahaya yatırım yapacağıma kimseyi karıştırmam. Yaradılışımda bir fevkaladelik varsa, o da Türk oluşumdur” diye, göğsünü gererek haykırmıştır.

Ulu önder diyor ki: “Bir millette şeref, haysiyet, namus ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi, mutlaka o milletin hürriyet ve istiklale sahip olmasıyla kaimdir. İçişleri bir milletin şerefi, haysiyeti ve namusudur. Değil düşmanı, dostu bile karışamaz. Tıpkı bir ailenin mahremiyetine, yatak odasına en yakın dostların bile giremeyeceği gibi. Dünyada müstakil bir devlet tasavvur olunabilir mi ki; içişlerine henüz düşman sıfatına haiz olanların değil, dostların dahi müdahalesine müsamaha etsin.

Atatürk, o günün şartlarında son derece zor olan tam istiklal prensibinin, bir hayal değil, uzun müzakereler sonucu tek çözüm olarak ortaya çıktığını söylüyor. Tam istiklal kararını alırken, bunun sağlanmasının ve idame ettirilmesinin çok zor olduğunu, sadece iyi niyet ve duygularının yetmeyeceğini, tek kurtuluş yolunun milli kaynakları yabancılara kaptırmadan azami derece değerlendirmek, ilim ve teknoloji peşine düşmek ve düşmanlarımızdan çok daha fazla çalışmak zorunda olduğumuzu söylemektedir.

Peki; bütün bu gerçeklerin ışığında bizler ne yaptık ve ülkeyi bu günkü durumlara nasıl getirdik ?

Bırakın bütünlüğümüzü; parçalanmış ‘Türk Devleti’ne bile tahammül edemeyenlerin her projesine kurtuluş ve zenginlik reçetesi olarak atladık.

Yabancıların her yardımını dostluk nişanesi olarak kabul ettik. Hatta bazen, dilenmeyi ekonomik başarı saydık. Yaldızlı senaryolarına gönüllü oyuncu olduk. Borç aldıkça ve ülkenin ipoteğinin altına imza koydukça, zengin olduk ve piyasayı kurtardık diye güne huzurla gözlerimizi açtık. Dilimizden, dinimizden, kültürümüzden, örf, adet ve geleneklerimizden ne kadar uzak durabildiğimiz ölçüde, işte ‘Batı’ya yaklaştık ve Avrupalı olduk diye mutlu olduk. Bir kısım basınımızın ve medyamızın ‘müstemleke kokan’ yayınlarını hayranlıkla kabul edip, uyuşturucuya ihtiyaç duymayacak kadar beynimizi zenginleştirdik. Yedi düvelin topla-tüfekle yıkamadığı bu kutsal vatanın her karışına ve şehit kanlarının manevi huzuruna ‘televole kültürü’ ile nasıl bir zevk-i dünya içerisinde Türk gençliği yetiştirebileceğimizi ispat ettik.

Erivan’a, Paris’e, Washington’a gidip Ermenilerin bizi nasıl kahpece katlettiklerini anlatacak bir konferans düzenlemek yerine, kendi hukukçularımızı; nasıl engellersiniz hışmıyla azarlayarak, ülkemizin en nadide ilim yuvalarının ortasında çok önemli bir bakanımızın özgür beyanındaki gibi “arkamızdan hançerliyorlar” gerçeğine sırtımızı dönüp, maalesef o hançere sap olup, bazı güçlerle iftira cerahatını koruduk ve ne kadar demokrasiyle yoğrulduğumuzu bütün dünyaya gösterip rahatladık.

Telafer’de Amerikan dostumuzun () ‘haberin olsun’ diyerek, göstere göstere yaptığı PKK destekli, aşiret reisi çapulcu başlarının insanlıktan nasibini almamış etnik katliam ve ırz düşmanlığı projelerine, tarihi misyonumuza ve insani mecburiyetlerimize yakışan şekilde asil bir ses, yürek ve can vermek yerine, ne yazık ki; W. Bush’un sağ kolu, ABD’nin imaj-maker’ı olan Karen Hughes hanımefendiyi en üst seviyede ağırlayıp ve de selamlayarak, bozulan ABD imajını düzeltmek adına nasıl iyi bir müttefik olduğumuzu anlatabildik.

“Türk topraklarında gözümüz var” diyen Hrant’’a, “Türkiye’nin Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke olduğunu” söyleyebilen şarlatana tahammül ettik. Bize uygun dikilen ‘Demokrasi’ şablonunda, papazın ve patriğin Türkiye’yi tehdit etmesine ve ilim adamı kılığındaki Ermeni militanlarına mümkün olabildiğince yardım ve yataklık görevimizi ifa ettik. Bir kısım basın camiası olarak kendimizi ispat etmek adına Türk Ordusu’na sansür uyguladık, KKK. Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt Paşa’nın sözlerine yer vermek yerine, ABD’nin imajına yardımcı olacak manşetlerle ve arka mahalle yosmalarının haberleriyle aslanlar gibi arz-ı endam ettik.

Büyükanıt Paşa’nın; “Atatürk’ün resimlerinin, devlet dairelerinden indirilmesini isteyen sapkın söylemler, Atatürkçü düşünce sistemindeki inanç ve azimle bertaraf edilecektir. Bu ülkeyi sevmeyenlerden elbette nefret edilecektir. Ne mutlu Türk’üm diyene ve ne mutlu bu sözü anlayana” ifadelerini duymayarak ve olabildiğince gizleyerek ‘AB’ yolunda liyakat sahibi basın camiası olarak nasıl uygun adım yürüyebildiğimizi gösterdik. Aslında daha neler yapmadık ki. Çok işler becerdik, başardık ve AB’ye layık olduğumuzu anlatmaya çalıştık.

Artık, umarım ‘AB’ bizi kabul buyurur ..

TURHAN ÇÖMEZ’İ KUTLUYORUM

Koltuk ve menfaatler uğruna nelerin feda edilmediği dünyamızda, dürüst, cesur ve faydalı çalışmalarına şapka çıkartıyor ve kendisini yürekten kutluyorum. Dilerim yakın çevresi onu anlar ve destek verir. İstikbalini, endişe bulutları arasında bulmaya çalışan Türk halkının gönlüne, takdirine ve desteğine mahzar olurlar.

Gelecek sayıda buluşuncaya kadar esenlikler diliyorum…

 



25.10.2005

Parlametre
Serbest Kürsü

Anket

Türkiye'nin Dış Politikasını Olumlu Seyirde Güçlendirecek Ana Unsur Nedir ?
Yankı Dostluk Platformu
  • Facebook'ta Yankı Dergisi
  • Twitter'da Yankı Dergisi
  • Youtube'ta Yankı Dergisi