YAVUZ KAYA                                                              ykaya@yanki.com.trYAVUZ KAYA ykaya@yanki.com.tr


DARBELİ DEMOKRASİ OLUR MU?

Yıl 1923 Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;

"Egemenlik Kayıtsız şartsız milletindir.

Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, bilim, teknik ve ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır!

Millî emeller, millî irade, yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, bütün millet bireylerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Millet önünde, onun  bağımsızlığının  temini  önünde, onun yeteneği, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymakla yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır."

Gerçekten, egemenlik kayıtsız şartsız millete aitse; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 darbeleri ne olmaktadır? Bunlar milletin talebi ile mi yapılmıştır?

Ne yazık ki; Ülkemizin gelişmesinde ve demokrasimizin yerleşmesinde en büyük engel her zaman darbeler olmuştur. Dünden bugüne darbeciler, amaçlarının; ‘rejimi korumak olduğu’nu iddia etmişlerdir. ‘Vatanı korumak’ olduğunu iddia edenler de vardır. Halbuki darbe yapanların zaten asli görevleri, vatanı, milleti ve devleti korumaktır… Yani vatanı dış düşmandan korumaktır, sevmedikleri, beğenmedikleri siyasetçilerden korumak değil. Darbeciler her sonuçta; vatanı siyaset adamlarına, mühendislere ve ilim adamlarına değil de, her zaman harbiye mezunlarına yada aynı pencereden baktıkları yandaşlarına emanet etmişlerdir. Darbe söylentilerinin ortadan kalkmadığı bir ülke olmak, üretime geçemeyen, işsizliği çözemeyen bir ülkede ne manaya geldiğini iyi anlamak zorundayız. Burada emperyalistlerin değirmenine su taşıdığımızı mutlaka görmeliyiz. Devletimizin kurucusu Atatürk’ü örnek aldığını söyleyen darbeciler dikkatle baktıklarında göreceklerdir ki; Atatürk hiç bir zaman darbe yanlısı olmamıştır. Millet iradesini her zaman en üstte tutmuş ve TBMM’ye en büyük payeyi vermiştir. Askerin siyasete girmemesini vasiyetle birlikte, demokrasiyi de inşa etmiştir. Darbelerin arka penceresinden baktığımızda; beyinlerimize devamlı müttefik adı altında işlenen ABD dostluğunun bize nelere mal olduğunu görmekteyiz.

Yıl 1950. Nato’ya gireceğiz ümidiyle Amerika’nın hatırına Kore’ye gidiyoruz. Sonuç 741 şehit, 2147 yaralı, 234 esir, 175 kayıp.

Yıl 1960. Tek parti dönemini sona erdiren Demokrat Parti, başbakan Menderes ile Amerika’nın istekleri dışında hareketle Rusya ile yakınlaşmaya başlıyor. Sonuç 27 Mayıs ihtilali ve Menderes, Polatkan, Zorlu’nun hukuk dışı idamları. Tarih 12 Mart 1971. Silahlı Kuvvetlerin dört kuvvet komutanı, Memduh Tağmaç, Faruk Gürler, Muhsin Batur ve Celal Eyiceoğlu dönemin Demirel hükümetine muhtıra vermiştir. Demirel hükümeti istifa etmiş ve Nihat Erim yönetiminde teknokratlar hükümeti kurulmuştur. Devamı ise, yine bilinen senaryolar.
Yıl 1980. Adı " 24 Ocak Kararları" olarak geçen ve yapısal dönüşümleri içeren program, ancak 12 Eylül gibi, bir "demir yumruk" la uygulanabilirdi. Dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’e "bizim çocuklar işi bitirdi" mesajı 12 Eylül’ün arkasında kimin olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir gün önce devletin bütün yetkisi ve imkanları ellerinde olduğu halde anarşiyi önlemeyen, cinayetleri, bombalamaları, devlete karşı saldırıları uzun süre seyreden Evren paşa, ihtilalin ertesi günü terörü bitiriyor ve yıllar sonra diyor ki; "Biz darbe ortamının oluşmasını bekledik." Ne kadar ? Kaç insanımız ölene kadar? Ülke tamamen kan gölü haline gelene kadar. Yani Türk Milleti, kendini paşaya mecbur hissedene kadar!

Darbenin alt yapısının oluşması için beklenen zaman süresince, 5 bin gencimiz ölüyor, 20 bin insanımız yaralanıyor. Bombalanan kamu binaları, bankalar, fabrikalar, evler, iş yerleri, perişan edilen bölgeler, giden milli servet ve işsizlik de cabası. Yangına benzin dökmek misali bekleniyor. O günleri yaşayanlar hatırlar, ihtilal bildirgesinde Evren Paşa’nın sebep gösterdiği önemli bir örnek de, ihtilalden kısa bir süre önce Erbakan’ın Konya mitinginde İstiklal Marşı söylenirken bir gurubun marşı protesto ederek yere çökmesiydi. 30 Yıl önce bunların filme alınmış olmalarına rağmen bulunamamıştır. Bu ve buna benzeyen kışkırtıcı ve kanlı mizansenler yüreklerimizin hala kanayan yaralarıdır. İşte o zaman darbe için yeterli sebepler yaratılmış oluyor! Sırf darbe uğruna!.. Bu, Türkiye’nin maalesef 30 yıldır çözemediği bir insanlık suçudur !..

Yıl 1997, Bin yıl süreceği söylenen 28 Şubat.

Şifrelerini yakın zamanda çözmeye başladığımız hukuk dışı bir yapılanmayı ve ABD’nin, Irak savaşı için planladığı öncü hamlelerini görmekteyiz. Koruma ve kollama adı altında, durumdan vazife çıkartanlar, halkın ‘’Post modern darbe’ye ‘’ kendini mecbur hissetmesi için uyuşturucu imalatçısı cinci hocalar, Fadime’ler, Aczimendiler ve Ankara Sincan caddelerinde tanklar vizyona sürülmüştü. Türk Milleti’ni anlamak ve hizmet için değil, sadece emretmek için yaratılmış darbeciler, milletin kendilerine hiç hesap soramayacağı özgüveni içerisinde tarihimizin en büyük ekonomik krizinin altyapısını da hazırlamışlardır. Faturayı ise; halka tepeden bakan darbe suçluları değil, günahsız halk ödemeye devam etmektedir.

Ordumuzun bölücülüğe ve teröre tek yumrukta cevap verebilmesi ve düşmanlık besleyenlere caydırıcı güç olması öncelikli mecburiyetimizdir. Bugün Ortadoğu’yu yangın yerine çevirenler; Müslüman petrol şeyhlerinin altın küvetlerde endam etmesine izin veren aynı emperyalizmin ruhları değil midir?

Irak’ta 1 milyon insanın ölümünü "demokrasi getiriyoruz" diye açıklayanların, Kandil’i tek yumrukta sıfır rakıma indirebilen bir ordunun karşısında neye uğrayacağını hayal etmek, hiç olmazsa teselli hakkımız olsun ! Gerçekler bu kadar açıkken; hantal yapıdan vazgeçemeyen, darbelerle anılan, siyasette balans ayarlarıyla uğraşan bir yapıyı halkımız benimsememekte ve Türk Ordusu’nun gönlündeki yerinin çok daha yükseklerde olduğunu haykırmaktadır. Ordumuzun artık gelişen dünya teknolojisine ve profesyonel yapılanmaya geçmesini, hizmet satın alınarak yapılabilecek sektörel işlerden muaf tutulmasını; kuaförlük, garsonluk, berberlik, aşçılık, pastacılık, terzilik, kantin çıraklığı, büro hizmetleri, şoförlük, müzisyenlik ve özel hizmetler vs. gibi işler yerine artık, dünyanın en büyük vurucu gücü olacak profesyonel bir yapılanmaya olan ihtiyacımız açıkça görülmektedir.

Ne dersiniz? Sizce de öyle değil mi?

Gelecek sayıda buluşuncaya kadar esenlikler…



19.04.2010

Parlametre
Serbest Kürsü

Anket

Türkiye'nin Dış Politikasını Olumlu Seyirde Güçlendirecek Ana Unsur Nedir ?
Yankı Dostluk Platformu
  • Facebook'ta Yankı Dergisi
  • Twitter'da Yankı Dergisi
  • Youtube'ta Yankı Dergisi